Mustafa Kemal Paşa: "Anne ben Anadolu'ya gidiyorum! Hakkını helal et!"

Mustafa Kemal Paşa, gün boyu temasta bulunduğu bazı arkadaşlarından geceyi annesi ve kız kardeşiyle geçireceğini söyleyerek ayrılıp Şişli’deki eve gelmişti. Durumu Zübeyde Hanım’a nasıl açıklayacağını düşünürken birden söz başladı:

“Anne, ben yarın Anadolu’ya gidiyorum. Buraların hali malum değil. Selanik nasıl elden gittiyse buralar da öyle olabilir. Ben, kurtarmaya çalışacağım. Ne elimden gelirse onu yapacağım. Fakat bu işte tehlike çoktur. Hesapta ölmek, gidip gelmemek de vardır. Bana hakkını helal et.”[1]

Mustafa Kemal Paşa, vatanı kurtarmak için yalnız eli kanlı düşmanla değil, İstanbul Hükûmeti ve Padişah Vahdettin ile de mücadele etmek zorunda kalacaktı. Çıktığı bu kutlu yolda başına neler geleceğini az çok tahmin edebildiği için ailesini uyarma gereği duymuştu. Kız kardeşi Makbule Hanım, o gece yaşananları ve Mustafa Kemal’in anlattıkları karşısında Zübeyde Hanım’ın fenalık geçirişini şöyle anlatıyordu:

“(…) Makbuş! dedi. Annemin karyolasının karşısına yer sofrası hazırla! Bu gece sizinle biraz dertleşmek istiyorum. Yarın gideceğim. Hayat bu. Belki ölürüm, gelemem; size
söyleyeceklerim var.
Annemin karyolasının karşısına yer sofrası hazırladık. Minderleri, yastıkları yerleştirdik.

Ağabeyim, annemin karşısına geçti:
Anneciğim, dedi, burası Selânik gibi değil. Ben gittikten sonra yanılıp da sokaklara çıkmayın! Benim işim büyük. Bu i

şte muvaffak olabilmem için kalp huzuruyla çalışmam
lâzım. Beni merak ve endişede bırakmayın. Giderken gözüm arkada kalmasın. Elimi, ayağımı bağlamayın. Memleket için çalışırken sizden yana bir üzüntüye uğramak istemem. Annem, heyecandan düşüp bayıldı; zaten hasta idi kadıncağız. Biraz sonra kendine geldiği zaman, oğlunun muvaffak olması için Tanrı’ya dua ediyordu. O gece sabaha kadar uyumadık, konuştuk, dertleştik.”[2]

Mustafa Kemal Paşa ertesi gün Padişah Vahdettin ile görüştü. Vahdettin ondan Anadolu’daki Türk direnişini durdurmasını, işgal güçlerini daha fazla kızdırmamasını istiyordu. Padişahın sözlerinden memnun kalmamıştı. Görüşmeyi uzatmadı. Saraydan hızlı adımlarla uzaklaştı. Eve geldi.

Makbule Hanım’a kulak verelim:
“Ertesi gün, araba kapıya dayandı. Annemle ağabeyimin birbirlerine vedası çok hazin oldu. Sarıldılar, öpüştüler. O, annemin ellerini tekrar tekrar dudaklarına götürdü. Öptü, öptü, öptü…
Aşağıya kendisini uğurlamak üzere arkadaşları gelmişti. Âdetimiz gereği aşağıda erkekler olduğu için, ben alt kata inmedim. Ağabeyim merdivenin başına çıktı; gözlerini gözlerime dikti. Belki dakikalarca konuşmadan birbirimize baktık. Ben olanları ve olacakları düşünecek halde değildim. Ağabeyim:
-Niçin konuşmuyorsun Makbuş? dedi.
-Ağabeyim dedim, ne konuşayım… Muharebeye giderdin bilirdim. Terfi ederek giderdin bilirdim. Bir vazife ile giderdin bilirdim. Fakat bugün ne için gidiyorsun? Benim aklım durdu
bu gidişe!
-Evet Makbuş, dedi. Merak etme bunu da bilirsin inşallah!
Beni bağrına bastı. Veda etti. Merdivenleri atlayarak aşağı indi. O, arkadaşlarının refakatinde arabasına binip kapıdan uzaklaştığı zaman, biz pencerelere yığılmış, gözyaşı döküyorduk. Bizi gene annem teselli etti:
-Sen asker kardeşisin! dedi. Ayıp. Ağlanır mı hiç askerin ardından? Üzüntünü belli etme kimseye. Misafirlere şerbet ez. Memleketi için giden insanın, ölse bile ardından ağlanmaz!”[3]

Mustafa Kemal Paşa annesi ve kız kardeşiyle vedalaştıktan sonra İngilizlerin Bandırma vapurunun hareketine müsaade etmeyeceği veya vapurun yolda batırılacağı haberi geldi İngiliz İstihbarat Subayı Bennett, bir ziyafet sırasında içkiyi fazla kaçırınca Bandırma Vapurunun asla Samsun’a ulaşamayacağı yönünde laflar etmişti. İngiliz ordusunun bu önemli subayının söylediği sözler keyifleri kaçırmıştı.

 Mustafa Kemal Paşa tedirgin olmakla birlikte geri dönmeyi hiç düşünmemişti. Ne olacaksa bugün olmalıydı. Kararını verdi, Galata rıhtımına gitmek üzere evden ayrıldı:


“Bir an yalnız kaldım ve düşündüm. Bu dakikada düşmanların elinde idim. Bana her istediklerini yapamazlar mıydı? Beynimden bir şimşek geçti: Tutabilirler, sürebilirler, fakat öldürmek! Bunun için beni Karadeniz’in coşkun dalgaları arasında yakalamak lazımdır. Bu ihtimal mantıklı idi. Ancak artık benim için yakalanmak, hapsolmak, sürülmek, düşündüklerimi yapmaktan men edilmek, hepsi ölmekle eşit idi. Hemen karar verdim, otomobile atlayarak Galata Rıhtımı’na geldim. Baktım ki, rıhtıma yanaşmış olacağını sandığım vapur, uzaklardadır. Sandallarla vapura gittik.”[4]

Kutlu yolculuk bundan tam 102 yıl önce, bu saatlerde başladı.



Ümit Doğan || www.aykiri.com.tr

[1] Bahadır Dülger, “Bayan Makbule Atatürk’ün Hayatını Anlatıyor”, Vakit, 10 Kasım 1947.

[2] Acar, Derya Genç, “Makbule Atadan’ın Atatürk’e İlişkin Anlattıkları Üzerine Bir Basın Taraması”, ATAM Dergisi, Ka-sım 2015, S.63.

[3] Acar, agm., s. 1106.

[4] Atay, age., s. 12

Yorumlar